42,7031$% 0.23
50,1678€% 0.06
57,0934£% -0.02
5.901,44%0,77
9.625,00%0,90
3800937฿%-1.1481
02:00
14 Aralık 2025 Pazar
Türk Diyanet Vakıf-Sen Genel Başkan Yardımcısı Hilmi Şanlı, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde görev yapan vaizlerin yaşadığı sorunlara dikkat çekmek amacıyla kapsamlı bir basın açıklaması yaptı. Açıklamasında vaizleri “Diyanet teşkilatının sessiz kahramanları” olarak nitelendiren Şanlı, yıllardır dile getirilen ancak karşılık bulmayan taleplerin artık görmezden gelinemeyeceğini vurguladı.
Vaizlerin toplumun manevî rehberliğini üstlenen, kriz anlarında ilk başvurulan ve sahada en fazla sorumluluk yüklenen personel gruplarından biri olduğunu belirten Şanlı, buna karşın özlük hakları, çalışma koşulları ve kariyer sistemleri açısından ciddi bir adaletsizlikle karşı karşıya bırakıldıklarını söyledi.
Hilmi Şanlı açıklamasında, vaizlerin her gün kürsülerde binlerce insana umut aşıladığını, hikmeti ve merhameti topluma taşıdığını ifade ederek şu değerlendirmede bulundu:
“Vaizler milletin gönlünü aydınlatıyor; ancak kendi haklarını aradıklarında karanlıkta bırakılıyor. Yük çok, karşılık az. Görev çok, değer eksik. Bu tablo kabul edilemez.”
Görevlendirmelerde adaletin sağlanamadığını, özlük haklarının yetersiz kaldığını ve vaizlerin emeklerinin büyük ölçüde görünmez hale geldiğini belirten Şanlı, bu durumun hem hizmetin niteliğini hem de personelin kuruma olan aidiyetini ciddi biçimde zedelediğini dile getirdi.
Vaizlik mesleğinin dışarıdan bakıldığında yalnızca kürsüde yapılan bir hitap faaliyeti gibi algılandığını ancak gerçekte çok daha ağır ve kapsamlı bir sorumluluk alanı içerdiğini ifade eden Şanlı, vaizlerin toplumun tam ortasında görev yaptığını vurguladı.
Vaizlerin; cezaevlerinde, öğrenci yurtlarında, hastanelerde, Aile ve Dini Rehberlik Bürolarında, engelli koordinatörlüklerinde ve bağımlılıkla mücadele alanlarında aktif görev üstlendiğini belirten Şanlı, gençlerle, ailelerle ve kriz yaşayan bireylerle birebir ilgilenildiğine dikkat çekti.
Hilmi Şanlı, vaizlerin büyük bir bölümünün Dini Yüksek İhtisas Merkezlerinde doktora seviyesinde eğitim aldığını, alanında yetkin ve sahaya hâkim personel olduğunu hatırlattı. Buna rağmen kariyer yükselme süreçlerinde sürekli yüksek eleme oranlı yazılı sınavlara ve tartışmalı sözlü mülakatlara tabi tutulduklarını ifade etti.
Yüksek lisans ve doktora mezunu vaizlerin dahi uzman vaizlik ve başvaizlik kadroları için defalarca sınav kapısında bekletildiğini belirten Şanlı, bu durumun mesleki motivasyonu ciddi şekilde düşürdüğünü söyledi.
Diyanet İşleri Başkanlığı mevzuatına göre vaizler ile şube müdürlerinin eşdeğer kadroda yer aldığını hatırlatan Şanlı, uygulamadaki çarpıcı çelişkiye dikkat çekti. Şube müdürlerinin yüzde 170 ek ödeme aldığını, vaizlerin ise yüzde 125 ek ödemeyle yetinmek zorunda bırakıldığını belirten Şanlı, bu farkın maaşlara ciddi şekilde yansıdığını söyledi.
“Eşdeğer kadroysa bu fark neden var? Bu adalet midir, bu hakkaniyet midir?” diye soran Şanlı, vaizlerin aldığı ek ödemenin birçok unvandan daha düşük olmasının kabul edilemez olduğunu vurguladı.
Vaizlerin gerektiğinde müftüye vekâlet ettiğini, şube müdürlüğü görevini yürüttüğünü, denetim yaptığını ve muhakkik olarak inceleme ve soruşturmalarda görev aldığını belirten Şanlı; Kur’an kursu öğreticiliğinden imamlığa, idari hizmetlerden sahadaki kriz yönetimine kadar her alanda vaizlerin görevlendirildiğini ifade etti.
“Sorumluluk artıyor ancak yetki ve haklar yerinde sayıyor” diyen Şanlı, bu dengesizliğin artık sürdürülemez hale geldiğini söyledi.
Türk Diyanet Vakıf-Sen olarak taleplerinin ayrıcalık değil, adalet, eşitlik ve hakkaniyet talebi olduğunu açıkça ifade eden Hilmi Şanlı, vaizlik mesleği güçlendirilmeden dini hizmetlerin toplumsal etkisinin de güçlenemeyeceğini vurguladı.
Vaizlerin özlük hakları, kariyer sistemi ve çalışma şartlarının artık ertelenmeden ele alınması gerektiğini belirten Şanlı, sahadaki gerçeklerle uyumlu düzenlemelerin bir an önce hayata geçirilmesi çağrısında bulundu.
Açıklamasını güçlü bir mesajla tamamlayan Şanlı, şu ifadeleri kullandı:
“Vaiz sadece konuşan değildir; yük taşıyandır. Yük taşıyanın hakkı geciktirilmemelidir. Biz lütuf değil, emeğin karşılığını istiyoruz.”
Tüm İnternet Gazeteciliği ve Gazeteciler Derneği (TİNGADER) tarafından iki ayda bir yayımlanan TİNGADER Türkiye Dergisi, 13. sayısıyla birlikte yayın hayatında 3. yılını geride bırakmanın gururunu yaşıyor. Akademik, ulusal, popüler, uluslararası ve hakemli dergi kimliğiyle dikkat çeken yayın, artan maliyetler ve yayıncılığın giderek zorlaştığı günümüz koşullarına rağmen yoluna kaliteden ödün vermeden devam ediyor.
Dergi yayıncılığının özellikle sivil toplum kuruluşları açısından ciddi bir emek ve sürdürülebilirlik gerektirdiği bir dönemde, TİNGADER Türkiye Dergisi’nin istikrarlı şekilde yayımlanması önemli bir başarı olarak değerlendiriliyor. İnternet çağında basılı ve dijital dergilerin geleceğine dair yapılan karamsar yorumlara rağmen, TİNGADER yönetimi inanç, azim ve kararlılıkla hareket ederek bu alanda kalıcı bir yayıncılık modeli ortaya koydu.
Bugün gelinen noktada TİNGADER Türkiye Dergisi; Türkiye’nin dört bir yanından üniversiteler, akademisyenler, alanında uzman isimler ve mesleğinin duayenleri tarafından kaleme alınan içeriklerle ulusal sınırları aşan bir yayın haline geldi. Bilim, kültür, sanat, tarih, sağlık, çevre, ekonomi, uluslararası ilişkiler ve toplumsal meseleleri kapsayan çok disiplinli içeriğiyle dergi, akademik üretimi geniş kitlelerle buluşturmayı sürdürüyor.
Yazılar, fotoğraflar ve özgün analizlerle zenginleşen TİNGADER Türkiye Dergisi, yalnızca basılı olarak değil, dijital platformlarda da okuyucularıyla buluşarak kalıcı bir arşiv niteliği kazanıyor. Bu yönüyle dergi, hem bugünün gündemine ışık tutuyor hem de geleceğe önemli bir belge bırakıyor.
TİNGADER Türkiye Dergisi’nin 13. sayısı, içerik çeşitliliği ve akademik derinliğiyle öne çıkıyor. Bu sayıda yer alan bazı konu başlıkları ve yazarlar şöyle:
“Yabani Otsu Bitkilerimizi Yakından Tanıyalım” – Prof. Dr. Hasan Özçelik
“Sülük Nedir?” – Süleyman Aydoğdu
“SDÜ Spor Hekimliği’nin 25 Yıllık Yolculuğu” – Prof. Dr. Metin Lütfi Baydar
“Isparta’nın Öncü Modeli: BAMKOM ve Vali Abdullah Erin’in Kararlı Mücadelesi” – Müslüm Aktürk
“Türk Kültüründe Bahçe Anlayışı ve Felsefesi” – A. Naz Yalvaç
“Dünya Markası Rosense” – Gülbirlik Genel Müdürlüğü
“Ahiliğin Doğuşu, Gelişimi ve Günümüze Yansımaları” – Ahmet Tural
“Tayseer Abu Sneineh’in Tutuklanması Uluslararası Hukukun ve Küresel Güvenliğin İhlalidir” – Salih Kurt
“Isı Yalıtımında Kapsamlı Bir Dönüşüm: Yeni TS 825 Standardı” – Şemsettin Kılınçarslan
“Türkiye-İsrail İlişkilerinin Stratejik Kavşağı” – Cemal Akkuş
“Yeni Güç Kaynağı: Nadir Toprak Elementleri” – Dr. Öğr. Üyesi Oya Cengiz
“Ahşap Süslemede Neva Sanatı” – Öğr. Gör. Dr. Beyhan Karakuş
“Türkiye’nin Endemik Hazinesi: Anadolu Sığla Ağacı” – Dr. Öğr. Üyesi Ebru Hatice Tığlıkaytanoğlu
“Eğirdir Gölü’ndeki Hidrolojik Kuraklığın Nedenleri ve Çözümü” – Dr. Erol Kesici
“Gurbetin Sessiz Bedeli: Umut Göçü” – Erdal Ataklı
“Gaziantep’in Deprem Sonrası İslahiye ve Nurdağı Süreci” – Sedat Ciba
“Yüz Estetik Uygulamaları” – Doç. Dr. Duran Karataş
Bu geniş yelpazede hazırlanan içerikler, derginin akademik ve toplumsal sorumluluk anlayışını bir arada taşıdığını ortaya koyuyor.
TİNGADER Türkiye Dergisi İmtiyaz Sahibi Mehmet Ali Çelik, derginin 13. sayısı dolayısıyla yaptığı değerlendirmede, üç yıllık yayın sürecinde kendilerine güvenen ve destek veren tüm akademisyenlere, yazarlara, editörlere ve okurlara teşekkür etti. Çelik, derginin bundan sonraki süreçte de bilimsel etik, nitelikli içerik ve toplumsal fayda ilkeleri doğrultusunda yoluna devam edeceğini vurguladı.

TİNGADER Türkiye Dergisi, üçüncü yılını geride bırakırken; akademik yayıncılıkta istikrarın, gönüllülüğün ve ortak emeğin güçlü bir örneği olarak yayın hayatını sürdürmeye devam ediyor.
Bursa’daki emekliler, art arda gelen zamlar ve açlık sınırının altında kalan maaşlar nedeniyle hükümete seslerini “acil” kodlu bir vicdan mektubuyla duyurmaya karar verdi. Emeklilerin öfkesini, çaresizliğini ve beklentilerini dile getiren bu mektup, Ankara’ya gönderildi.
Geçim şartlarının artık dayanılmaz hale geldiğini vurgulayan mektupta şu ifadeler yer aldı:
“Artık sabrımız kalmadı. Açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm edilen milyonlarca emeklinin feryadını duymamak vicdanları kanatır. Bu kader değil, tercih meselesidir.”
Mektupta ayrıca hükümete ciddi bir uyarı niteliği taşıyan şu cümle dikkat çekti:
“Geçim yangını kontrolden çıktı. Oy kaybı kapıda. Emeklilerin hayal kırıklığı, sandığa öfke olarak yansıyacak.”
Bursa emeklileri, maaş artışları ve temel ihtiyaçlara ulaşım konusunda acil adım atılmazsa, toplumsal çöküntünün daha da derinleşeceğini vurguluyor. Vicdan mektubu ise sadece bir çağrı değil; sabrın sınırına dayanmış bir neslin feryadı olarak Ankara’nın masasında yerini aldı.
Bursa’dan Ankara’ya bu kez nezaket değil, hesap soran, sert ve tarihi bir uyarı gönderildi. Binlerce emekliyi ve emekçiyi temsil eden Emekli ve Emekçiler Dernekleri Federasyonu, 2026 bütçe görüşmeleri sürerken devletin en üst makamlarına “artık geri dönüşü olmayan” bir alarm verdi.
Federasyon Genel Başkan Yardımcısı, Bursa Emekli ve Emekçiler Derneği Yönetim Kurulu Başkanı ve Bursa Kent Konseyi Emekliler Çalışma Grubu Temsilcisi Sedat HASTÜRK imzasıyla; Cumhurbaşkanlığı makamına, Kabine üyelerine ve Cumhur İttifakı Bursa Milletvekillerine gönderilen “Risk Analizi ve Vicdan Mektubu”, Ankara kulislerinde “son yılların en sert emekli raporu” olarak değerlendirildi.
Federasyon, iletilen dosyanın bir talep metni değil, toplumsal çöküşün açık teşhisi olduğunu vurgularken raporda şu cümle özellikle dikkat çekti:
“Bu tablo görmezden gelinirse sadece emekli değil, siyasi dengeler de çöker.”
Kamuoyuna sert bir açıklama yapan Sedat Hastürk, kullanılan dilin bilinçli olduğunu vurgulayarak şunları söyledi:
“Biz bu ülkenin emeklisi adına artık fısıldamıyoruz. Haykırıyoruz. Bu bir muhalefet bildirisi değil, bastırılmış vicdanın patlamasıdır. Millet size hâlâ güvenmek istiyor ama bu güven her gün biraz daha aşındırılıyor. Kırgınlık artık öfkeye, öfke ise kopuşa dönüşmek üzeredir.”
Hastürk, emekli, çalışan ve üst düzey bürokratlar arasındaki maaş farklarının sosyal devlet ilkesini yerle bir ettiğini belirterek şu ifadeleri kullandı:
“Birileri ‘huzur hakkı’ masallarıyla üç-dört maaş alıp refah içinde yaşarken, bu ülkenin emeklisi pazardan file değil, tezgâh altı topluyor. Bu tabloyu ne vicdan, ne ahlak, ne de siyaset savunabilir.”
Federasyonun Ankara’ya sunduğu raporda, gelinen noktanın ‘kriz’ değil, açık bir ‘çöküş eşiği’ olduğu belirtilerek üç başlık kırmızı alarm olarak ilan edildi:
Ocak 2026’da yalnızca enflasyon farkı verilmesinin, emekliyi bilinçli şekilde açlığa mahkûm etmek anlamına geldiği net ifadelerle vurgulandı.
Federasyon, refah payı içeren seyyanen zam olmadan yapılacak hiçbir düzenlemenin kabul edilmeyeceğini açıkça bildirdi.
2024’te dilekçe verenlerle 2025 sonrası başvuranlar arasında oluşan %30’a varan maaş kaybı, raporda “hukuki değil, vicdani bir felaket” olarak tanımlandı.
Bu adaletsizlik giderilmezse, yüz binlerce yeni mağdur emeklinin sisteme ekleneceği ve bunun telafisinin mümkün olmayacağı uyarısı yapıldı.
Raporda, yerel seçimlerde yaşanan kayıpların en temel nedenlerinden birinin emeklinin sandıktaki sessiz ama yıkıcı isyanı olduğu açıkça ifade edildi.
Federasyon, bu feryadın duyulmaması halinde önümüzdeki süreçte derin ve geri dönülmez bir siyasi kopuşun kaçınılmaz olacağını Ankara’nın önüne koydu.
Sedat Hastürk açıklamasını şu sert ve uyarıcı sözlerle tamamladı:
“Biz Bursa sivil toplumu olarak üzerimize düşeni yaptık. ‘Duymadık, görmedik, bilmiyoruz’ mazeretini tarihin çöplüğüne attık. Raporumuz artık devletin zirvesindedir. Bundan sonrası bizim değil, karar vericilerin sorumluluğudur. Bursa emeklisi adına atılacak her adımın da, atılmayan her adımın da takipçisi olacağız.”
Federasyon yetkilileri, bu çağrının görmezden gelinmesi halinde tepkilerin daha örgütlü, daha sert ve daha görünür hale geleceğini vurguladı. Bursa’dan yükselen bu çıkış, yalnızca ekonomik değil; siyasi, ahlaki ve vicdani bir kırılma noktasına işaret ediyor.

Bursa UNESCO Derneği’nden Anlamlı Değerlendirme
UNESCO’nun 43. Genel Konferansı’nda aldığı kararla 15 Aralık tarihinin “Dünya Türk Dili Ailesi Günü” ilan edilmesi, Türk dili ve kültürü adına uluslararası ölçekte tarihi bir dönüm noktası olarak değerlendiriliyor. Bursa UNESCO Derneği Yönetim Kurulu, söz konusu kararın insanlığın ortak kültürel mirası açısından son derece kıymetli olduğunu vurgulayarak, bu anlamlı günün ilk yıl dönümünü büyük bir gurur ve heyecanla karşıladıklarını açıkladı.
Dernek tarafından yapılan değerlendirmede, 15 Aralık tarihinin sembolik ve bilimsel açıdan özel bir anlam taşıdığına dikkat çekildi. 15 Aralık 1893’te Danimarkalı dilbilimci Vilhelm Thomsen’in Orhun Yazıtları’nı çözerek Türk dilinin köklü geçmişini dünya bilim çevrelerine duyurduğu hatırlatıldı. 8. yüzyıla tarihlenen Orhun Yazıtları, Türk milletinin devlet anlayışını, tarih bilincini ve kültürel değerlerini yansıtan en eski yazılı belgeler arasında yer alıyor.
UNESCO’nun bu kararı, yalnızca yeni bir anma günü ilanı olmanın ötesinde, Asya’nın kadim bozkırlarından başlayarak üç kıtaya yayılan, yaklaşık 200 milyon insan tarafından konuşulan ve bin üç yüz yıllık yazılı geçmişe sahip Türk dil ailesinin, insanlık medeniyetindeki seçkin yerinin uluslararası düzeyde tescili anlamına geliyor.
Açıklamada, UNESCO’nun bir dil ailesini özel bir güne layık görmesinin dünya tarihinde bir ilk olduğu vurgulanırken, kararın çok boyutlu kazanımlar sunduğu ifade edildi. Bu kazanımlar arasında Türk dilinin evrensel değerinin tanınması, Türk dünyası ülkeleri arasında dil, eğitim, bilim ve kültür alanlarında iş birliğinin güçlenmesi ve ortak projelerin önünün açılması yer alıyor.
Bursa UNESCO Derneği Yönetim Kurulu, kararın Türkçenin korunması ve gelecek nesillere aktarılması açısından küresel ölçekte bir farkındalık oluşturacağını belirtti. Ayrıca bu adımın, Türkiye’nin ve Türk Devletleri Teşkilatı’nın kültürel diplomasi kapasitesini artırarak, ortak tarih ve medeniyet birikiminin dünyaya daha güçlü bir şekilde anlatılmasına katkı sağlayacağı ifade edildi.
Dernek değerlendirmesinde, Türk dilinin yalnızca bir iletişim aracı değil; aynı zamanda bir dünya görüşünün, tarihsel hafızanın ve kültürel kimliğin taşıyıcısı olduğu vurgulandı. Orhun Yazıtları’ndan Yunus Emre’nin şiirlerine, Ali Şir Nevayi’nin eserlerinden Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün öncülüğünde gerçekleştirilen dil devrimine ve 1932’de Türk Dil Kurumu’nun kuruluşuna uzanan köklü serüvenin, artık evrensel bir miras olarak kabul edildiği belirtildi.
Bursa UNESCO Derneği, Dünya Türk Dili Ailesi Günü’nün ilanıyla birlikte ortaya çıkacak fırsatları şu başlıklar altında topladı:
Koruma ve Arşivleme: Türk dil ailesine ait tüm lehçe ve ağızların, sözlü ve yazılı edebiyat ürünlerinin bilimsel yöntemlerle belgelenmesi ve korunması için uluslararası iş birlikleri.
Bilimsel İvme: Dünya akademilerinde Türkoloji ve Altayistik çalışmalarının teşvik edilmesi, karşılaştırmalı dil bilimi araştırmalarına yeni bir dinamizm kazandırılması.
Kültürel Dayanışma: Türkçenin konuşulduğu coğrafyalar arasında kültür, sanat, eğitim ve medya alanlarında somut iş birlikleri ve ortak projeler.
Kültürel Diplomasi: Türkiye’nin, dil üzerinden kültürel ve medeniyet birikimini dünyaya daha etkili şekilde anlatabilmesi.
Açıklamada Bursa’nın, Osmanlı döneminde Türkçenin bir devlet ve sanat dili olarak sistematik biçimde işlendiği ve geliştirildiği ilk başkent olması nedeniyle bu mirasın önemli taşıyıcılarından biri olduğuna dikkat çekildi. Bursa UNESCO Derneği, bu tarihsel sorumluluk bilinciyle Dünya Türk Dili Ailesi Günü’nün Bursa’da hak ettiği içerik ve coşkuyla anılması için çalışmalarını kararlılıkla sürdüreceğini duyurdu.
Bursa UNESCO Derneği Yönetim Kurulu açıklamasını şu temenniyle tamamladı:
“Bu hayırlı ve anlamlı günün, barışa, karşılıklı anlayışa ve kültürler arası diyaloğa hizmet etmesini diliyoruz. Dünya Türk Dili Ailesi Günü tüm Türk dünyasına kutlu olsun.”
BURSA UNESCO DERNEĞİ YÖNETİM KURULU
Bursa’da siyaset dünyasının önemli iki partisi, Demokrat Parti ve Gelecek Partisi bir araya gelerek, kentteki sorunları ve çözüm yollarını masaya yatırdı. Demokrat Parti İl Başkanı Ali Kamil Goral ve İl Başkanvekili Nedim Yoldaş, Gelecek Partisi Bursa İl Başkanlığı’nı ziyaret etti. Bu ziyaret, Bursa’nın geleceği için önemli bir iş birliği fırsatını işaret etti.
Görüşmeye, Gelecek Partisi Bursa İl Başkanı Fuat Kadıoğlu ve İl Başkan Yardımcısı Şevket Bozkurt da katıldı. Samimi bir ortamda gerçekleşen toplantıda, her iki parti yetkilisi de Bursa’nın güncel sorunları hakkında derinlemesine bir istişarede bulundu. Kentin ekonomik, sosyal ve kültürel alandaki gelişimi ve karşılaşılan zorluklar, görüşülen ana başlıklardan oldu.
Toplantının başında, Demokrat Parti heyeti, Gelecek Partisi’nin çalışmaları ve Bursa’daki etkileri hakkında bilgi aldı. Ardından, Bursa’nın kalkınması ve vatandaşların yaşam kalitesinin artırılması için neler yapılabileceği konusunda önerilerde bulunuldu. Taraflar, özellikle şehrin ulaşım sorunları, istihdam ve eğitim alanındaki fırsat eşitsizlikleri gibi konularda ortak projeler geliştirme konusunda fikir birliğine vardı. Ayrıca, kentsel dönüşüm ve yeşil alanların artırılması gibi çevresel meseleler de gündeme geldi.
Ali Kamil Goral, görüşme sonrası yaptığı açıklamada, iki partinin iş birliğine açık olduğunu vurgulayarak, “Bursa’nın geleceği, sadece bir partinin değil, tüm paydaşların katkılarıyla şekillenecek. Bugün burada, kentimizin sorunları hakkında görüş alışverişinde bulunduk. Gelecek Partisi ile ortak akıl yürütme adına yapacağımız her türlü iş birliğine sıcak bakıyoruz” dedi.
Fuat Kadıoğlu ise, Demokrat Parti heyetinin ziyaretinin önemine değinerek, “Bursa için her türlü iş birliğine açığız. Ortak akıl ve diyalogla ilerlemekten yanayız. Şehirdeki sorunların üstesinden birlikte gelmek, Bursa’nın geleceğini şekillendirmek için birlikte çalışmak istiyoruz” şeklinde konuştu.
Ziyaretin sonunda, her iki taraf da karşılıklı nezaket ve diyaloğun sürdürülmesi konusunda mutabık kaldı. Gelecek Partisi yetkilileri, ziyaretlerinden dolayı Demokrat Parti heyetine teşekkür etti. Görüşme, Bursa’daki siyasi dayanışma ve iş birliği açısından önemli bir adım olarak değerlendirildi.
Bu görüşmenin ardından, her iki parti arasında iş birliği projelerinin geliştirilmesi ve Bursa’nın kalkınmasına yönelik ortak çalışmaların başlatılması bekleniyor. Hem Demokrat Parti hem de Gelecek Partisi, şehrin sorunlarına çözüm arayışında birlikte hareket etmeyi sürdüreceklerini açıkladı.
Bursa için önemli bir buluşma olan bu görüşme, siyasetteki farklılıkların bir kenara bırakılarak ortak akıl ve diyalogla çözüm odaklı yaklaşımların ön plana çıktığını gösterdi.
